Bir Kitap Bir Film Bir Şarkı: Norwegian Wood

Haruki Murakami: İmkansızın Şarkısı

Temmuz ayı dönüş ayıdır diyip ortadan kayboldum gibi oldu ama bakınız temmuz bitmeden yeni bir yazıyla geldim:) Hiç beklenmedik bir tatil planı çıkınca bir süre evden uzaktım ama o arada boş durmayıp kitaptır, dizidir ne varsa okuyup, izleyip yatırım yaptım:P Uzun zaman önce başladığım ama bir türlü başına geçip adam gibi okuma fırsatı bulamadığım Haruki Murakami kitabı olan “İmkansızın Şarkısı” nı tatilde bitirdim. Hatta kitaba dalıp biraz fazladan güneşlenerek 2-3 gün acı çektim:P

Ne zamandır filmi de aklımda ama kitabı bitirmeden başlamak istemedim. Zaten benim sıralamam her zaman önce kitap sonra film olmuştur ki sonunda hep hayal kırıklığına uğrarım. Bunda da o gelenek değişmedi diye ilerleyen bölümler için ipucu vereyim.

Kitaptan söz etmek gerekirse yazım dili olarak Murakami’nin eşsiz betimlemeleriyle oluşan ve okuyucunun su gibi okuyabildiği akıcı dil bu kitapta da mevcut. Türkiye’de ki en meşhur ve çok okunan kitabı İmkansızın Şarkısı’ymış ama bence en iyi kitabı bu değil. Karşılaştırma yaparsam Sahilde Kafka‘yı daha çok beğendiğimi söyleyebilirim. Gerçi iki kitap kulvar olarak farklı, İmkansızın Şarkısı’nın daha önce okuduğum Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında ile aynı kulvarda olduğunu söylemek mümkün. Daha çok yazarın kendi hayatından eklediği ayrıntılarla süslenmiş hayatın içinden romanlar.

Romanımız  siyasi çatışmaların en çok hissedildiği 1968’lerin Japonya’sın da geçiyor. Kitabın bir özelliği ve yazarın da asıl yapmak istediği diye düşündüğüm şey; bu olaylara hiç değinmeden sadece gençlerin iç çatışmalarını ve kendi hayatları üzerinde verdiği kararları anlatması. Evet bir yerde bir devrim bir değişim oluyor ama bu sırada  tüm bunlardan bağımsız gençlerin ruhu da değişiyor olgunlaşıyor. Kitabın anlatıcı ve kahramanı Vatanabe 37 yaşında bir yolculuktayken birden eski anıları canlanır ve üniversite yıllara geri döner. Hiç unutamadığı ilk aşkı Nakao ile yürüyüş yaptığı zamanlara… Yine Murakami’nin takıntılarından biri olan kuyuyu görünce bir gülümseme ile okumaya devam ederiz. Nakao, Vatanabe ve Kizuki çocukluk arkadaşıdır. Kuziki ve Nakao uzun süredir birliktedirler ama Kizuki’nin intiharıyla kalan iki gencin tüm hayatı değişecektir. Vatanebe bu olayı unutmak ve yaşadığı yerden uzaklaşmak için çok çalışı Tokya’da ki bir üniversiteyi kazanır ve oraya yerleşir. Üniversiteye uyum sağlamaya çalışırken uzun zamandır görmediği Nakao karşısına çıkacak ve hayatı bundan sonra daha da zorlaşacaktır.

Vatanebe, Nakao’nun doğum gününde yakınlaşarak birlikte olurlar. Bugünden sonra Nakao kayıplara karışır ve Vatanabe’nin mektuplarına karşılık vermez. Onun gidişi ile darmadağın olan Vatanabe bir süre  sonra hayat dolu bir kız olan Midori ile tanışacaktır. Nakao’nun gölgesini her daim üzerinde hisseden kahramanımız ondan bir mektup alınca tüm gerçeği öğrenecek ve zor bir kararın ortasında kalacaktır.

Bundan sonrasını anlatırsam hikayenin çekiciliğini kaybetmesinden ve okuma zevkinin bozulmasından korkuyorum ama asıl hikayenin tam bu noktada başladığını söylemeden geçemeyeceğim. Özellikle romana dahil olan Reiko’nun hikayesi ile roman zenginleşiyor. Kitaptaki her kahramanın ilginç bir geçmiş öyküsü ve düşünce sistemi var. Buda sizi konu çok heyecanlı ya da merak edici olmasa bile kitaba bağlıyor ve sıkılmadan okumanızı sağlıyor.

The Beatles: Norwegian Wood

Kitaba adını veren ve kitapta da bol bol adı geçen şarkıyı sizinle paylaşmak istiyorum, melodisini çok sevdim:

Than Anh Hung: Nouwei no Mori

Çok iyi bir yönetmen çok iyi bir yazar, güzel bir kitap bunlar iyi bir film yapmanıza yetecek tüm koşullar gibi görünse de bazı kitaplar filme uyarlandığında etkileyiciliği kaybeder. İmkansızın şarkısı da bunun en güzel örneklerinden.  Aslında filmde bazı olaylar görsellik olarak şahane aktarılmış, bazı diyaloglar birebir alınmış ama duyguyu verebildiğine inanmıyorum. Şöyle ki kitabı okumadan izleyen çoğu kişi filmden memnun kalmadığını yazmış.

Filmin bir çok yarım kalan noktası var bu boşlukları kitabı okuyanlar rahatlıkla doldurabilirler ama okumayanlar için kafada biriken soru işareti sayısı film ilerledikçe artacaktır. Benim dikkatimi çeken ise Nakao ve Vatanabe ilişkisinin çok yüzeysel verilmesi oldu. Vatanabe’nin Nakao’ya aşık olduğunu kitabın ilk satırlarında hissediyor ama filmde bunu çok sonradan anlıyoruz. Bir de kitapta Nakao’nun çok güzel olduğu, Midori’nin ise sıradan biri gibi göründüğü vurgulanıyordu ama filmde tam tersini gördüm:) Reiko karakter ve tip bakımından hiç olmamıştı ki zaten onun hikayesine hiç değinilmedi. Bu yüzden de filmin sonu da anlamsız oldu. Evet tabi ki filme her şeyi sığdırmak zor ama mutlaka gerekli ayrıntılar da olmalı diye düşünüyorum. Sadece filmi izleyen biri sırf  gençlerin arasında cinselliği konu aldığını düşünebilir. Belki de yönetmenin asıl amacı buydu kim bilir;)

Uzun lafın kısası kitabı ve şarkıyı tavsiye ederim, film de tavsiye ederim ama önce kitap şartıyla;)

Temmuz Dönüş Ayıdır^^

Yoo yoo yazlıktan dönüş değil…

Baktım ki en son mayısta post yazmışım bir giriş yapmadan post yazmak olmaz^^

Böle soğuk iştah açısı giriş fotoğrafı için de kusura bakmayın, bloga girince bir soğuk rüzgarlar essin istedim:P

Peki geçen ay neler yaptım da buralardan bu kadar uzak kaldım?

Bu sene genel anlamda yoğundum ama Haziran’da bir başka telaş vardı. Öncelikle finaller, ales, üds derken zaten yuvarlanıp gidiyorduk bir de mezuniyet törenidir, kep çekimidir, balodur eklenince tam oldu. Bunların neresi yoğun diyorsanız hepsi için ayrı ayrı elbise, ayakkabı, takı seçmeye davet ediyorum sizi, abiyelerden nefret ettiğim acı günlerdi…  Şikayet ediyorum ama bakmayın siz bana durup düşününce sırıtıyorum hafiften^^

Şaka maka mezun oldum ha^^

Tabi mezun olmakla bitmiyor ders çalışma mevzusu, bir şansımı deneyeyim mantığıyla kpss’ye girdim bakalım sonuç ne olacak.

Artık gelenekselleşen Pandalar Toplantısını yaptık. Dostumuz Sermin  İzmir’e geldi ve Kimbapsushi ‘nin evinde toplaştık ve eğlenceli bir hafta geçirdik.  Turist misali İzmir’i gezdik, gerçi Sermin geçen seneden o gezip görme işlerini bildiği için daha çok yiyip içtik denebilir. Bu sene de İzmir’in yemek konusunda hoş mekanlarını gezdik bu da yeme turizmi olsun:P

Yemekten söz açılmışken, Kimbapsushi ile daha önce gittiğimiz ve şu  yazısında bahsettiği Sushico’ya gittik.  Bu sefer menülerini genişletmişler, Çin mutfağından Tayvan mutfağına ne ararsanız vardı.  Gözümüz şuradaki bentolarda kalsa da onlar saat 17.00’ye kadar servis edildiği için başka şeyler yemeğe karar verdik. Ortaya sushi söyledik, Kimbap ve ben tavuklu ramen denedik, Sermin ise zencefilli çıtır tavuk aldı. Oldukça memnun kaldık yemeklerden ama en kısa zamnda o bentolardan yenecek:)

Yediğin içtiğin senin olsun gördüğünü anlat derseniz, dizilerden bahsedebilirim. Hazır tek başına dizi izleyemiyorken birlikte  A Gentleman’s Dignity’ye başladık. Kimbap daha önce izlemişti ama tekrar izlemeyi göze aldı:) Oldukça beğendim bitirince bahsederim belki burada da^^ Onun dışında Sermin’le New Girl’ü ve şuan adını unutuğum bir diziyi izledik. Ona yeni başlamıştık, harbi neydi adı onun bak şimdi devam etmek istesem diziyi bulamıyacağım, hoş mu?

Bir günde twitterdan dostumuz minekibuu ile Leman Kültür’de buluştuk ve şöyle bir güzelliği miydeye indirdik hem de kocaman tabaklardaki yemeklerden sonra, yuh bize:P  Bu post gittikçe iştah açıcı bir hal alıyor bir an önce yazıyı bitirmeli:P

Yo yo gece eve dönüşte sokakta kpop dansı yapmaya çalıştığımızdan, Kimbap’la pc karşısında tüm gece Suju ve Shinee dansı yapmaya çalıştığımızdan, Sermin’in kendini İspanyol sanmasından, benim sehpanın altında uyumamdan bahsetmeyeceğim, ısrar etmeyiniz adsasdasd, belki onlar bahseder benim ki normal postlardan olsun:P

Şimdi ise dinlenmeye adadım kendimi, bir kaç hafta dizi-film-kitap üçlüsünün arasında takılmayı düşünüyorum. Sonrasını ise zaman gösterecek^^

Son olarak kimbapsushi’ye bizi evinde ağırladığı için çok ama çok teşekkürler:)