Geleneksel Eurovision İzlemecesi:P

Her sene baştan sona deli gibi izlerim, garip bir şekilde seviyorum bu eurovison olayını, başlıktaki geleneksel sözü ciddi yani:) Artık kim birinci olur, hangi ülkeden kaç oy gelir tahmin edebiliyorum, Bülent Özverene rakip olucam yakında. Beraber sunarız artık:P

Gönül isterdiki Türkiye birinci olsun ama benim zaten iki tahminim vardı ya Almanya ya Türkiye birinci olur dedim. Almanya birinci, Türkiye ikinci oldu. Onu bilmekle kalmayıp hangi ülke Türkiye’ye kaç puan vericek onu bile bildim. Annemlere bak bu ülkeden geçen sene bu kadar gelmişti bu senede verirler diyorum ki benden sonra sunucumuz  söylüyor. Üzgünüm Bülentçim geç kaldım diyorum. Haftaya finaller başlıyo ve ben oturmuşum hangi ülke kaç puan verdi tek tek izledim hala inanamıyorum. Bu yüzden kendime ceza bu postu yazdıktan sonra hemen ders başına dönüyorum ve uzunca bir süre kalkmıyorum.

O değilde İspanya şarkısını söylerken sahneye fırlayan seyirciye ne demeli, kendisini burdan tebrik ediyorum haha:) Birde tekrar söylediler şarkıyı, hayır kimse çaktırmasa biz anlamazdık onun seyirci olduğunu, sahnede palyaçolar olunca ben onunda gösteriye dahil olduğunu sandım. Hatta renk bile katta yani, alsalarmış aralarına o adamcağazıda:P

Neyse her zamanki gibi lafı uzattım sizi 2010 Eurovision birincisiyle başbaşa bırakırken bende dersimin başına dönüyorum….

Chuck “3. Sezonda bitti:(“

3. sezonu olacakmı, kanalla anlaşma yapılmadı, yapıldı ama iptal ettiler  falan filan derken 3. sezonda bitti hemde 13 bölüm planlanırken 19 bölüm ile final yaptı pazartesi günü.  Hemde bize 4. sezonun sinyallerini vererek. Öyle bir yerde bittiki devamını getirmezlerse kanalı basarım. (haha duy da inan:P )

 Bu sezon diziye giren çıkanın haddi hesabı yok valla, özellikle şu yandaki yakuşuklu arkadaş nam-ı diğer Shaw, ölüp ölüp dirildiği için girip girip çıktı:)  Kesin 4. sezon yine bir yerlerde çıkar gelir. Git yavrucum sen Superman’de oyna  gelme bi dahaki sezon yettin artık, hayır yakışıklısın ama bir yere kadar, hep kötülük hep kötülük çekilmiyosun ki.

Öhömm öhömm ne diyodum haa finalden bahsediyoduk, öğrendikki meğer Chuck sülalecek ajanmış yakında 3. dereceden akrabalarıda ajan olarak çıkarsa şaşırmam. En heyecanlı bölümü finaldi, ben çok beğendim şahsen. Şu Ring olayıda çözülmediya ben ona yanarım, neyse 4. sezona konu kalsın değil mi:D

Frivolous Wife “Uçarı Karım”

Biraz Romantik Komedi izleyeyimde keyfim yerine gelsin dediğim günlerden birgün izledim bu filmi. Keyfim yerine geldimi dersiniz eh işte iç güveysinden hallice diyeyim siz anlarsınız. 😀  İyiydi hoştu film aslında ama artık Kore sinemasında öyle filmler izledikki beklentilerimizi yükselttik belkide o yüzden çok çok beğenmedim ama keyifle izlenecek filmlerden biri.

Filmimiz güzel kızımızın sahnede arzu endam etmesiyle başlar. Kızımıza taa ilkokuldan bu yana erkekler hasta olmaktadır, bir bakışıyla tüm erkeklerin ilgisini çekmekte, tek hareketiyle kendine bağlamaktadır. İşte böyle bir güzellik yani. Bana soracak olursanız hiç beğenmedim kızı çok fazla makyaj yapıyor bir kere, ikincisi çok zayıf o kadar uzun olupta o kadar zayıf olunca çöp gibi birşey olup çıkıyo ne öle bahçe korkuluğu gibi. Birde Miss Koreymiş öle diyorlar filmde.

Evet,  kıza olan kıskançlık duygularımıda gösterdikten sonra konumuza dönelim. 😀

Kızımız birgün cep telefonunu kaybeder ve böylece kadar ağlarını örer. Şirin mi şirin bir çocuk telefonunu bulur ve kıza ulaştırır. Kızımız çocuğu görür görmez hoşlanır ve başlar klasik numaralarını yapmaya. İşte göz süzmeler saçlarıyla oynamalar gibi tipik kur yapma taktikleri. Ama bunlar çocukta bir işe yaramaz. Hertürlü numarayı dener ve sonunda bunlar çıkmaya başlarlar ama kız hala çocuğu kendine bağlayamamışıtr. En son numara olarak ayrılmak istiyorum der ve çocuğun yalvarıp yakaracağını sanar. Tabii böyle olmaz çocuk direk peki o zaman der. (burası komikti işte 🙂 )

Böyle numaraların işe yaramayacağını anlayan kızımız gider adam gibi itiraf eder duygularını ve bizde anlarız ki meğer çocukta onu çok seviyormuş ama onun gibi güzel bir kızın ona bakacağını düşünmüyormuş, bu yüzden öyle davranıyormuş. Neyse bunlar mutlu mesut yaşarken kızmız hamile olduğu anlaşılır bunu duyan kızın babası çıldırır çünkü o sıralarda bir iş arkadaşını kızıyla evlendireceğine dair söz vermiştir. Babası kızını eve kapatır kızı almak için gelen çocuğuda her fırsatta dövdürür. (yazık çozuk helak oldu dayak yemekten) Babasından kurtulan kız kaçar ve çocuğun evine sığınır. Ama bu tam olarak yağmurdan kaçıp doluya tutulmak olacaktır. Çünkü çocuğun ailesi tam bir gelenekçidir. Hala eski Kore geleneklerini sürdürerek teknolojiden uzak yaşamaktadırlar.

Bu aileyle yaşamak için kızımız tüm gelenekleri öğrenmek zorundadır. Yemek yapmak, temizlik, çay törenleri gibi türlü işleri bu güne kadar el bebek gül bebek yaşamış biri için öğrenmek kolay olucakmıdır. Birde üstüne ailenin reisi Büyük Dede, kaynana, görünce, Büyük hala yok efendim amca gibi hertürlü akrabayla uğraşmak eklenince neler olacak izleyip görmek lazım. Bu kısımları birazcık Düşlerimin Prensine benzettim. Ordada Che-Yang saray geleneklerini öğrenebilmek için epey zorlanmıştı ve pes etmemişti burdaki kızmızda öyle asla pes etmiyor.

Astrea become fan of Çin Yemeği:))

İzmirde olanlar bilir Alsancak Sevgi Yolunun girişinde bir Çin Restaurantı vardır. Arkadaşımla ne zaman ordan geçsek, birgün şuraya gelsek yaa diye tuttururum, hatta bir seferinde niyetlendik ama şöle bir içeriye göz atınca daha çok akşam yemeği için gidilecek, şık bir yer diye düşünerek başka bir akşama sakladık. İşte o akşam tam olarak dün oldu ve üç arkadaş gittik. Normalde cumaları sosyal sorumluluk projesi için çocuk ve gençlik merkezinde oluyoruz ama geçen hafta bir piknikle veda ettik çocuklarımıza, çok özliyeceğiz onları.

Düne dönecek olursak öncelikle restaurantın içini çok beğendim, heryerde uzakdoğu esintisi vardı, kendimi evimdeymiş gibi hissettim. (haha uzakdoğuyu bu kadar benimsemiş yani bünyem.) Yemeklere gelince yiyemem diye korkuyordum ama o kadar çok beğendimki hergün yiyebilirim yani. (Tabi Fiyat olarak bakarsak yılda bir kere anca:P hehe )

Öncelikle aparatif  olaraktan çin mantısıyla başladım, çok çok beğendim özellikle çok güzel bir acı sosu vardıki sormayın. Normalde acı yemem ama bunun tadı güzeldi.

Ana yemekte ise kıtır tavuk vardı. Bunu seçerken baya zorlandım ama sonunda türk yemeklerine yakın olsun mideme yazık dedim. 😀 Arkadaşlarım portakallı tavuk ve acı ekşi soslu tavuk istediler. Ben yemekte tatlı sosunu sevmediğim için onları pek beğenmedim. (tabiki onlarınkininn tadınada baktım kaçarmı benden:P )

Tatlı olarak ise ballı kızarmış muz yedim. Artık Türk mutfağınada girdi bu tatlı, hatta geçenlerde yemekteyizde denk geldim ama bildiğin muzu yağa atıp tabağa koyuverdi:) Oysa bu yediğimin üzeri hamurla kaplanmıştı önce.  Bunu da beğendim. Arkadaşımda çin meyvesi istedi, oda harika bişeydi.

Yemekten sonra baya yüklü bir hesap ödeyerek ama mutlu bir şekilde ayrıldık. Neyse zaten kendimizi baştan hazırlamıştık hesap gelince tansiyonumuz yükselmesin diye:P Ayrıca bu çin mutfağı baya doyurucu birşeymiş, nasıl kilo almıyorlar onu anlamadım. Ekmek ve tuz yemiyolar bence ondan:P Zira masalarda yoktu hiç bunlar.

Yemekten sonra ise Pasaportta gün batımına karşı çaylarımızı içtik. Baya oturup çene çaldık. Güzel bir gün oldu bunca yorgunluktan sonra sakin bir gün iyi geldi. Çin yemeğinin tadına baktım birde şu koskoca İzmir de hazır ramen buldukmu değmeyin keyfime, Kimbapcım araştırmalar nası gidiyor diyerek Kimbap’da laf atayım burdan. 😀 Bu arada Kimbapcığım birgün seninlede yiyelim çin yemeği ne dersin?

Zindan Adası

Birkaç hafta önceki Muhabbet Kralı’nda psikologlar ve psikiyatristler konuktu ve konu obsesif kompulsif idi. Eee bölüm psikoloji olunca birde obsesif kompulsif ve kişilik bölünmesi konularıyla ilgilenen bir insan olunca, birde konuklar arasında hayranı olduğum Üstün Dökmen olunca  gözümü kırpmadan izledim resmen programı. O programda bu filmden bahsetmişlerdi bende o kadar bilim insanı beğenmiş hemencik izleyeyim dedim.

Öncelikle şunu söyleyeyim bu spoil vermediğin ilk belkide tek yazım olacak. Çünkü film öyle bir ilerliyorki nasıl başlayıp nasıl bitti ağzınız açık kalıyor.

Filmimiz 1950’li yıllarda geçiyor. Ünlü bir dedektif olan Tedd Daniels, (Leonardo DiCaprio) ortağı Chuck Aule (Mark Ruffalo) ile Zindan Adası olarak bilinen suç işlemiş akıl hastalarının mahküm edildiği bir adaya gönderilir. Görevleri üç çocuğunu öldürdüğü için buraya getirilen ama hastaneden (yada hapishane de diyebiliriz) kaçan Rachael’i bulmaktır.

 Ama bu sandıkları kadar kolay olmayacaktır. Çünkü Rachael ardında bir nottan başka hiçbir iz bırakmamıştır. Birde yardımcı olmamaya söz vermiş bir hastane personeli olunca işler iyice zorlaşır. Tedd’in bu görevi kabul etmesindeki asıl neden iki yıl önce apartmanlarında yangın çıkaran ve Tedd’in karısının ölümüne neden olan hastayı bulmak istemesidir. Hastane 3 bölüme ayrılmaktadır. A, B ve C koğuşları. C koğuşunda en tehlikeli hastalar bulunmaktadır.

İşte filmimiz böyle başlıyor ve çok şaşırtıcı bir sonla bitiyor. Filmde rüya sahneleri çok güzel kurgulanmış. Freud görse yönetmenin elini sıkardı, aferim çocuğum blinçaltını (artık bilinç dışı deniyo buna) çok güzel kullanmışsın falan derdi heralde. 🙂 Genel olarak filmde bir gerilim havası hakim, eee psikolojik olurda gerilimsiz olur mu hiç. Uzun lafın kısası ben izledim çok beğendin. İzleyin izletirin anacım diyerek postumu terkediyorum dostlar…..

Nerelerde bu astrea…

Şu son 5 gündür koşturduğum kadar hiç koşturmamışımdır sanırım. Dönem sonu yaklaştıkca ödev teslim zamanları geldi ve bir telaş aldı bütün sınıfı. Sağolsunlar her dersten bir grup çalışması olduğu için artık hangi grupla hangi ödevi yaptığımı şaşırmış durumdayım. Birde bu tempoya şenlikler eklenince, gündüzleri ödev peşinde koşup akşamlarıda stressimizi attık iyi oldu. Geçen hafta Teoman konserine gittim pek bir kalabalıktı, tüm izmir ordaydı resmen, birde üzerine kötü ses sistemi eklenince sıkılıp erken çıktık. Bu hafta ise MFÖ konseri vardı bunu çok beğendik.

Buda benim fotoğraf çekme çabalarımdan biri, Teoman’ da doğru düzgün bir görüntü alamadım çünkü sahneye baya uzaktık. MFÖ’yü Sabancı Baharı düzenlenmiş ve gayet başarılı bir organizasyon yapmışlar çok beğendim burdan tebriklerimi iletiyorum. 🙂 Teomanı ise Eti Fest düzenlemişti, onlarıda bu kadar kötü bir ses sistemi düzenledikleri için kınıyorum. Ege Üniversitesi bu aralar baya hareketli, bisikletçiler, doğa yürüyüşçüleri, çadır kuranlar, su savaşı yapanlar, standlar derken rengarenk olmuş durumda gayet eğlenceli yolunuz düşerse mutlaka uğrayın. Konser Programı olarak 24 Mayıs’ta Nil Karaibrahimgil (Hürriyet Fest) geliyor. Birde biz 13 Mayıs’ta Dokuz Eylül’ün Hayko konserine gitmeyi planlıyoruz. Tabii gidecek enerjiyi bulursak. 🙂

Personel Preference’den Lee Min Ho Show

 

Daha önce Personal Preference’nin Ji-Hoo sunun kıyafetlerine bayıldığımı söylemiştim değilmi? (bakınız Şu postta) Bakalım hangi kıyafetlermiş bunlar:

Öncelikle şu kısa pantolon olayına bir iki kelam edeyim. Yorumlarda hep Min Hoo’nun pantolonlarının küçük olduğundan falan bahsedilmiş. Lee Min Hoo genel ortalamaya göre daha uzun olduğu için ona pantolan yapamıyorlar dermişim tabiki hayır. 😀 Şu sıralar Kore’de böyle pantolonla kapri arası bişey moda olduğu için pantolon boyları böyle. Hatta dizide birkaç kişi daha giydi bu pantolonlardan. (Jin-hoo’nun sağ kolu gibi olan şebeklik yapıp duran sevimli yardımcısı gibi) Birde şu yukardaki gibi ayakkabılar varki onlara ayrı bir bayılıyorum. 🙂

Bu çeket yakalarının güzelliğini ne böyle biri bana açıklasın, bende istiyorum bunlardan. 😀

                                                                      

Bu arada So Yee Jin’de çok şeker giyiniyor. O da son zamanların modasına uyarak, erkek gibi gömlekler, pantolonlar ve pantolon askıları, şapka, papyon falan bol bol kullanıyor. Bir arada ona da bir post hazırlamak lazım. (film blogunun yavaş yavaş moda bloguna dönmesi. 😀 )

Türk erkeklerinide birgün böyle şık görmek dileğiyle diyerekten görsel şölenimizi bitiriyorum.