When A Wolf Falls In Love With A Sheep

when_a_wolf_falls_in_love_with_a_sheep_xlg

Master’s Sun’da ki kurtla kuzunun masalı hepimizin hoşuna gitti değil mi? O zamanlar o masal kitabından o kadar çok istemiştim ki baya bir aradım ama maalesef Kore’lilere özgü bir çocuk kitabıymış. Bir de mangası var artık Japonlar mı önce yaptı yoksa Koreliler mi bilemiyorum. O zaman bu filme denk gelmiştim, izlemeli diye kenara koyduğum filmlerdendi ve sonunda izledim.

Koyuna aşık olan kurt falan sanki sonu çok acılı bitecek izlenimi uyandırmıyor mu size de? Ama ne kadar tatlı ne kadar şeker ne kadar pamuk helva bir film bilseniz:)

Tung’un mutlu bir ilişkisi vardır en azından o öyle zannetmektedir. Bir sabah kız arkadaşı sadece “Dershaneye gidiyorum.” diye bir not yazarak onu terk edene kadar. Tung günler geçtikten ve artık terk edildiğini kabul ettikten sonra kızı aramak için şehrin dershaneler caddesi olarak bilinen yere gidip dershanelere bakarak kızı bulmaya çalışır ama kendini fotokopicide çalışırken bulur:) Tabi kız arkadaşını aramayı asla bırakmaz.

Yang’ın ise dershanede çalışmaktadır ve sınav kağıtlarına koyun resmi çizerek yanına küçük notlar düşer. Her sınavda birinin bu çizimlere karşılık vereceğini düşünür ama beklediğini bir türlü bulamaz. Tung’da bu sınav kağıtlarını çoğaltırken koyunlar dikkatini çekmiştir ve bir gün eğlence olsun diye sınav kağıdına kurt çizerek Yang’ın yazdığına karşılık verir. Tabi bu çizimin olduğu kağıt yanlışlıkla fotokopi çekilip çoğaltılınca hikayemiz de başlamış olur.

” Sırf canınız istedi diye eşyalarınızı terk etmeyin.”

1555725__when_a_wolf_falls_in_love_with_a_sheep_720p.mkv_snapshot_00.53.38_2013.09.29_12.30.12_

Filmde çok farklı konulara çok güzel yollardan değinilmişti. Tung ve Yang’ın kendilerini bırakılmış eşya gibi hissedip sahipleri tarafından bırakılan eşyalara karşı hassasiyetleri çok tatlıydı:) Özellikle şemsiye hikayesinde böyle yüzünüzde kocaman bir gülümseme belirebiliyor:) Bu hikayeyi Pixar’ın kısa filmine benzettim birazcık. Mutlaka izlemenizi öneririm şarkı ve hikaye çok güzel^^

Filmde ki zaman geçişleri, çizimler, animasyonlar, müzikler hepsi ayrı ayrı güzeldi. Sizin de anlayacağınız gibi filmi çok sevdim:)

Başroldeki çocuk Tayvan’da ünlü bir şarkıcı olan ve Kai Ko diye bilinen Ko Chen Tung’muş. İzlerken biraz Lee Seung Gi’ye benzettim sonra baktım ki tek benzeten ben değilmişim^^ Kore’ye geldiğinde Tayvan’ın Lee Seung Gi’si geldi diye karşılanmış. Sesi de mi benziyor ne, buyrun bu şarkısını sevdim:

Son olarak benden size gelsin:)

kuzuuu

Song Joong Ki’den İki Film: A Werewolf Boy ve Penny Princhers

Astrea bloga film postu yazıyor hem de bir değil iki tane, bi dakika bir başımıza taş yağıp yağmadığını kontrol edip gelcem.

Sorun yok, sorun yok  her şey Werewolf’a kızıp bu etkiyi azaltmak için bir Jong Ki filmi izleme düşüncesiyle çıktı. Başarılı oldu mu dersiniz. Eh işte bah şuraya bile çemkirerek başlamadıysam işe yaramış demek ki. Ayrıca Mikacım post yaz diye gaz vermeseydi bilmiyom bu tembellikle yazar mıydım^^

A Werewolf Boy

A WEREWOLF BOY1

Şimdi şöyle oluyor; film tee geçen sene görüp izlerim ben bunu diye listeye almıştım ama her hangi bir film izlemediğimden bu da o herhangi filmden biri olarak aralarda kaynadı. Sonra millet birer birer izliyor, yazıyor bir şeyler allam nere baksam bi spoiller, sonunu öğrencem bir şekilde yani kazayla, ondan kaç bunu okuma, görünce gözünü kapat (?) nereye kadar, izliyip kurtulayım bu kaçıştan dedim. Ha izledikten sonra o soiller veren kardeşlerime yoldaşlarıma arkadaşlarıma (bu uzar) katılmadığım değil. allam insan böyle bir çemkirmek senaristi dövmek falan istiyor. Tabi bu istekle ağzımızı tutamıyoz elimiz de değil. O yüzden bu filmin spoillerını veren arkadaşlara kızmayalım kızanları uyaralım.

images (2)

Bakın hala film hakkında hiç bir bilgi vermeden yazmayı sürdürüyom ve siz de okuyonuz. (Hala okuyonuz mu?) Şimdi bu Koreli pek kıymetli senarist abi ve ablalarımızın bi psikopatlığı var. Ağlatacaklar efenim izleyiciyi salya sümük yapacaklar. Bu fantastik mi hiç sorun değil AĞLAYACAKSIN,  bu gerilim mi kaçış yok AĞLAYACAKSIN,  bu polisiye mi hey dur bakim orada AĞLAYACAKSIN, bu komedimi bu sefer gülmekten ağlayacaksın hayır zaten o kadar güldürmüyorsak araya kesin bir dram sokmuşuzdur yani AĞLAYACAKSIN. Şimdi ağlayarak dağılabiliriz, tüm  kore senaryolarını çökerttim burada sırrınız çözüldü şimdi siz AĞLAYIN. (?)

Şimdi senarist abi demişki “Çok güzel bi fikrim var. Fantastik film yapalım ama dram olsun nası?” Yapımcı abi de “Vay abicim ne dahiyane bir fikir bir Koreli ye de bu yakışırdı.” (Alnından öper.)

Böylece film çekilir biz de izleriz. (Çok şükür filmi anlatacak şimdi) Aslında konuyu az çok hepimiz biliyoruz ama konuyu anlatmadan postu bitirirsem beni taşlıyacağınızdan korkuyom. Korenin ücra kasabaların birinde bir adamcagaz ordu için insan deneyleri yaparmış (aklıma one piece geldi la bi an onu mu anlatıyom dedim) Bu deneylerin biri de kurtadam projesiymiş ama tamamlanamadan bizim bilim insanı ölüyor. Yıllar sonra aynı eve babalarını kaybetmiş bir aile yerleşiyor. Evi de babalarının ortağının oğlu aileye alıyor. Bunda bir bit eniği var diye izlemeye devam ediyoruz.

20121213.094643_goldenvillage_werewolfboy

Anne ve iki kızı düzeni oluşturup yaşamaya çalışırken. Bir den kurtcuğumuz (solucan gibin oldu tövbe tövbe) ortaya çıkıyor. Bilim insanımız ölünce bu evde yaşayıp gitmiş yazıkcağaz. ( Film mi anlatıyor komşu teyze dedikodusu mu yapıyor belli değil) Bizim bağrı yanık ailede hemen benimsiyor çocuğu bir yere yerleştirene kadar bakmaya başlıyor. Tabi çocuk bildiğiniz vahşi, yani Joong Ki sana böle demek istemezdim ama napalım işte ne kadar güzel oynamışsan artık öylesin. Evin büyük kızı da önceleri sevmediği bu çocukla ilgileniyor, ona köpek eğitim klavuzuyla eğitim veriyor, yazı yazmayı öğretiyor (saçmalıklar başlıyor burda)

pc_600x450

Ama ortağın kötü oğlu da boş durmuyor bu arada bizim kıza göz koymuş alacakmış kendisine (rüyasında görür) İşte böyle gerisini spoiller, izlemediyseniz litfen diğer filme geçiniz sevgiler saygılar esenlikler. Sizleri burada bırakmak istemezdik ama izleyip yine gelin efenim dertlerimizi sıkıntılarımızı burada paylaşıp rahatlıyalım.

Spoiller!

Efenim şimdi izliyenler için konuşuyorum. Bu filmde tonlarca mantıksal boşluk yok muydu? Fantastik filmde mantık aranmaz demeyelim lütfen bazı genel geçer kurallar var bunlar aranmalı:P Şimdi bu adam gitti keçici adamı öldürdü ee noldu o noldu, sonlarda kızı herkesin içinde dövdü resmen yarım saat, orada asker, polis, hoca varda bir tanesi de dur yapma diyemedi. Üstelik elinde silah da yoktu, ha illa bizim oğlan kurta mı dönüşcekdi yarım saat dövdü bee insafsızlar, bak yine sinirlendim. Ayrıca bu mal kadın bu çocuğu 47 yıl bekletti laa, bir oha çüs demediniz mi, 5 olur 10 olur insan bir merak eder bir döner yaa o eve, uzayda değil yaa sonuçda. Olmadı bu ağlattınız ama bu sefer lades dasddsadsda (ne diyorum acaba?) Ağlatcaz diye bu kadarı bir kurtcuğa yapılmaz olmaz. Hem de bir şey demeden gitti ee bu çocuk öle beklicek zaar dünyanın sonuna kadar, anca kıyamet neyin koparsa çocuk kurtulcak. Neyse az sinirlencem diğer filmi anlatamıyacağım yoksa. Hadi benden bu kadar .

Bunun etksinden kurtulmak için ikinci filme geçiyoruz.

Penny Pinchers 

5589-penny-pinchers-izle-kore-filmi

Kurtçuk Joong Ki den sonra umursamaz Jonng Ki ile karşınızdayım. (Kendini sunucu zannediyor yazık) Korede yolları ortak çıkar uğruna kesişen iki insanın macerasına tanık oluyoruz.  Oğlumuz günlerini iş aramakla ve kızları tavlamak için yalan söylemekle geçiriyor. Kızımız da para kazanma manyağı, çöpten, şişeden her şeyden para kazanma derdinde. İkisinin birleşmesi de filmde bize asla açıklanmayan ve nasıl bir şey bu diye beynimizi kemirdiğimiz Kore deki bir yatırım ya da ev sahibi olma sisteminin 2 ayrı banka hesabı istemesiyle oluyor. Kızımız büyük miktarda para kazanmak için başka birinin adına hesap açtırması gerekiyor. Tek anladığımız bu, belki Koreli olsak anlamıştık aaa morgage falan demiştik ama işte yazığız anlamıyoz ordaki yatırım işlerinden. Yine de boşver yaa amacını anladık izleyi verelim gitsin diyip izliyoruz. (iyice yazığız)

Ama Kore ekonomisini baya öğreniyoruz bak o bakımdan oldukça faydalı bir film. Kaç paraya ne alınır, efenim orda aç kalsak açıkta kalsak nasıl para kazanırız, orda şişe toplamacılığında çok para varmış girsek mi bu işe (?)

Song-Joong-Ki-in-Penny-Pinchers-Movie-500x332

Joong Ki’nin burada ki rolü de bir sevimli böyle ayrı bir umursamazlığı, şirinliği var yani tavırlar, mimikler falan olmuş bu adam, tamam iyi oyuncular listesinde yerini almış.

Bak söyliyeceklerimin hepsini diğer filmde harcadım buna bir şey kalmamış. Napalım artık kısmet, br daha böle ikili ikili yazmayayım postları, aslında diğerinde çemkirmeseymişim:P

Yukarıda ki çemkirmerime  destek bekliyom bak le sağda solda spoiiller verecenize gelin spoiller uyarılı yorum yazın dertleşelim, çemkirmelerimizi beraber yaşayalım kardeşlerim vakit birbirimize destek olma vaktidir. (bu biraz fazla oldu galiba) Neyse hadi bekliyorum, bir sonraki posta kadar kendinize iyi bakın^^

İnsanlık Komedisi 2010

Bu filmi aylardır yazmak istiyordum ilk yazma çalışmalarım yoğun dönemime denk geldiği için  başarılı olamadı ama üzerine kaç post yazdım bu zavallıcık hala bir köşede beni bekliyordu. Bu sefer onun yüzünü güldüreceğim dedim:)

Mayıs ayında İzmir’de Hong Kong Film Panorama gerçekleşmiş ve biz de dostum kimbap ile  gösterilen filmler içinde birkaç film seçmiştik ama o ara ancak bir tanesine gitmek için vakit bulabildik ki bence çok iyi bir film seçmişiz.

Filmimiz kiralık katil ve senarist karakterleri çok farklı açıdan yaklaşmakta ve yüzümüzü güldürmeyi en iyi şekilde başarmakta. İki kiralık katilin belirledikleri bir mekanda buluşmak üzere farklı yollara gitmesiyle film başlar. Birinin başına öyle olaylar gelir ki bir insanlık komedisi haline döner. Buluşma mekanına diğer arkadaşından önce gelen Spring fırtınaya yakalanır ve ona acemi senaryo yazarı ve bir hayli ilginç bir karakteri olan Soya yardım eder. Bu şekilde yolları kesişen ikilinin maceraları başlamış olur. Hikaye böyle kalmaz tabi, onlara bir de Soya’nın görünüşte gayet iyi huylu ev kızı izlenimi veren ama gelin görün ki çok acayip bir yönü olan kız arkadaşı eklenecektir. Ortağını bekleyen Spring bir yandan boş kalmayayım işime devam edeyim deyince lise öğrencisi bir kızdan sevgilisini öldürme işi alacaktır. Bu kızdan kurtulmak sandığı kadar kolay olmayacaktır.

Şimdi ben bunu normal normal anlatıyorum ama bu karakterler kesinlikle öyle değil zaten film bir açıdan da karakter komedisi denilebilir. Bir de iki isimde sinemaya tutkulu olunca  öyle güzel göndermeler var ki, onları gördüğünüz de seyir zevkiniz  beş katına çıkmış oluyor. Hele Çin sineması sevenlerdenseniz mutlaka görmeniz gereken filmlerden diyebilirim. Hollywood filmlerine göndermeler çoğunlukta olsa da aradaki Çin sineması göndermelerini bilmediğim için üzülmüştüm.

 Bu postu yazabildiğim için artık içim rahat. Harekete geçme sırası sizde;) Umarım bir şekilde bulur izlersiniz diyorum.:D

Spring’ten  bir sözle veda edeyim:

 “Bir ahmağı öldürmek kolay ama bir film düşkününü öldürmek çok zordur.”

Bir Kitap Bir Film Bir Şarkı: Norwegian Wood

Haruki Murakami: İmkansızın Şarkısı

Temmuz ayı dönüş ayıdır diyip ortadan kayboldum gibi oldu ama bakınız temmuz bitmeden yeni bir yazıyla geldim:) Hiç beklenmedik bir tatil planı çıkınca bir süre evden uzaktım ama o arada boş durmayıp kitaptır, dizidir ne varsa okuyup, izleyip yatırım yaptım:P Uzun zaman önce başladığım ama bir türlü başına geçip adam gibi okuma fırsatı bulamadığım Haruki Murakami kitabı olan “İmkansızın Şarkısı” nı tatilde bitirdim. Hatta kitaba dalıp biraz fazladan güneşlenerek 2-3 gün acı çektim:P

Ne zamandır filmi de aklımda ama kitabı bitirmeden başlamak istemedim. Zaten benim sıralamam her zaman önce kitap sonra film olmuştur ki sonunda hep hayal kırıklığına uğrarım. Bunda da o gelenek değişmedi diye ilerleyen bölümler için ipucu vereyim.

Kitaptan söz etmek gerekirse yazım dili olarak Murakami’nin eşsiz betimlemeleriyle oluşan ve okuyucunun su gibi okuyabildiği akıcı dil bu kitapta da mevcut. Türkiye’de ki en meşhur ve çok okunan kitabı İmkansızın Şarkısı’ymış ama bence en iyi kitabı bu değil. Karşılaştırma yaparsam Sahilde Kafka‘yı daha çok beğendiğimi söyleyebilirim. Gerçi iki kitap kulvar olarak farklı, İmkansızın Şarkısı’nın daha önce okuduğum Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında ile aynı kulvarda olduğunu söylemek mümkün. Daha çok yazarın kendi hayatından eklediği ayrıntılarla süslenmiş hayatın içinden romanlar.

Romanımız  siyasi çatışmaların en çok hissedildiği 1968’lerin Japonya’sın da geçiyor. Kitabın bir özelliği ve yazarın da asıl yapmak istediği diye düşündüğüm şey; bu olaylara hiç değinmeden sadece gençlerin iç çatışmalarını ve kendi hayatları üzerinde verdiği kararları anlatması. Evet bir yerde bir devrim bir değişim oluyor ama bu sırada  tüm bunlardan bağımsız gençlerin ruhu da değişiyor olgunlaşıyor. Kitabın anlatıcı ve kahramanı Vatanabe 37 yaşında bir yolculuktayken birden eski anıları canlanır ve üniversite yıllara geri döner. Hiç unutamadığı ilk aşkı Nakao ile yürüyüş yaptığı zamanlara… Yine Murakami’nin takıntılarından biri olan kuyuyu görünce bir gülümseme ile okumaya devam ederiz. Nakao, Vatanabe ve Kizuki çocukluk arkadaşıdır. Kuziki ve Nakao uzun süredir birliktedirler ama Kizuki’nin intiharıyla kalan iki gencin tüm hayatı değişecektir. Vatanebe bu olayı unutmak ve yaşadığı yerden uzaklaşmak için çok çalışı Tokya’da ki bir üniversiteyi kazanır ve oraya yerleşir. Üniversiteye uyum sağlamaya çalışırken uzun zamandır görmediği Nakao karşısına çıkacak ve hayatı bundan sonra daha da zorlaşacaktır.

Vatanebe, Nakao’nun doğum gününde yakınlaşarak birlikte olurlar. Bugünden sonra Nakao kayıplara karışır ve Vatanabe’nin mektuplarına karşılık vermez. Onun gidişi ile darmadağın olan Vatanabe bir süre  sonra hayat dolu bir kız olan Midori ile tanışacaktır. Nakao’nun gölgesini her daim üzerinde hisseden kahramanımız ondan bir mektup alınca tüm gerçeği öğrenecek ve zor bir kararın ortasında kalacaktır.

Bundan sonrasını anlatırsam hikayenin çekiciliğini kaybetmesinden ve okuma zevkinin bozulmasından korkuyorum ama asıl hikayenin tam bu noktada başladığını söylemeden geçemeyeceğim. Özellikle romana dahil olan Reiko’nun hikayesi ile roman zenginleşiyor. Kitaptaki her kahramanın ilginç bir geçmiş öyküsü ve düşünce sistemi var. Buda sizi konu çok heyecanlı ya da merak edici olmasa bile kitaba bağlıyor ve sıkılmadan okumanızı sağlıyor.

The Beatles: Norwegian Wood

Kitaba adını veren ve kitapta da bol bol adı geçen şarkıyı sizinle paylaşmak istiyorum, melodisini çok sevdim:

Than Anh Hung: Nouwei no Mori

Çok iyi bir yönetmen çok iyi bir yazar, güzel bir kitap bunlar iyi bir film yapmanıza yetecek tüm koşullar gibi görünse de bazı kitaplar filme uyarlandığında etkileyiciliği kaybeder. İmkansızın şarkısı da bunun en güzel örneklerinden.  Aslında filmde bazı olaylar görsellik olarak şahane aktarılmış, bazı diyaloglar birebir alınmış ama duyguyu verebildiğine inanmıyorum. Şöyle ki kitabı okumadan izleyen çoğu kişi filmden memnun kalmadığını yazmış.

Filmin bir çok yarım kalan noktası var bu boşlukları kitabı okuyanlar rahatlıkla doldurabilirler ama okumayanlar için kafada biriken soru işareti sayısı film ilerledikçe artacaktır. Benim dikkatimi çeken ise Nakao ve Vatanabe ilişkisinin çok yüzeysel verilmesi oldu. Vatanabe’nin Nakao’ya aşık olduğunu kitabın ilk satırlarında hissediyor ama filmde bunu çok sonradan anlıyoruz. Bir de kitapta Nakao’nun çok güzel olduğu, Midori’nin ise sıradan biri gibi göründüğü vurgulanıyordu ama filmde tam tersini gördüm:) Reiko karakter ve tip bakımından hiç olmamıştı ki zaten onun hikayesine hiç değinilmedi. Bu yüzden de filmin sonu da anlamsız oldu. Evet tabi ki filme her şeyi sığdırmak zor ama mutlaka gerekli ayrıntılar da olmalı diye düşünüyorum. Sadece filmi izleyen biri sırf  gençlerin arasında cinselliği konu aldığını düşünebilir. Belki de yönetmenin asıl amacı buydu kim bilir;)

Uzun lafın kısası kitabı ve şarkıyı tavsiye ederim, film de tavsiye ederim ama önce kitap şartıyla;)

Ghost: In Your Arms Again 2010 (Remake: Ghost 1990)

Uzakdoğulular hep Amerikalılar mı bizden alacaklar, bir de biz alalım nasıl oluyormuş demişler ve ortaya Kore- Japon ortak yapımı Hayelet filmi çıkmış. Sevgili uzakdoğulu senaristlerim , yönetmenlerim gerek yok böle şeylere sizin senaryolar daha özgün diyorum ama yine de izlemeden duramıyorum:)

Filmimiz orjinal hikaye ile bire bir tabi tek farkla burada ölen erkek değil kadın oluyor. Aslında afişte gayet açıkmış da benim jeton şu “Seni seviyorum.” “Ben de.” mevzusunda düştü.

Hayalet filmi hepimizin ezberinde olsa da konudan birazcık bahsetmek adettendir diyerek başlıyorum:  Koreli Junho (Song Seung-Heon) çömlek yapımında ilerlemek için Japonya’ya taşınır. Burada bir yılını doldurmuştur ki bir gece vakti Nanami (Nanako Matsushima) ile tanışır. Nanami ünlü bir şirketin başarılı ceosudur. Garip bir tanışma ile evliliğe giden bir yolda hikayelerini izleriz ama asıl hikaye evlendikten sonra başlayacaktır. Tanışmalarının birince yılında ve Nanami’nin doğum gününde Nanami bir kazaya kurban gider. Ama Nanami, Junho’yu bırakmaya ve bu dünyadan ayrılmaya hazır değildir. Bu yüzden ruh olarak Junho’nun yanında kalırken ölümünün aslında bir kaza değil de planlamış bir cinayet olduğunu öğrenecektir. Katiller şimdi de Junho’nun peşindendir ve bir yolunu bulup onu uyarması gerekmektedir.

Hayalet filmini yeniden izliyorum etkisi yaratsa da o filmide çok sevdiğim için bunu da sevdim. Hatta o meşhur çömlek sahnesi ve Unchained Melody i duymak güzel bir nostalji oldu. Zaten final şarkısı hariç çoğu OST aynıydı. Filmle ilgili gözüme batan tek şey “Seni seviyorum. – Bende.” mevzusunun üzerinde çok durulmasıydı. Orjinalinde o sahne daha doğal gelişmişti burada biraz zorlama gibi geldi. Bir de şu sonda aksiyonlu sahnelerde mantık hatalarını görmedim değil ama görmezden geliyorum:)

Zayıf kaldığı sahneler olsada diğer filmden daha etkileyici yapan küçük ayrıntılar da yok değildi. Bir kedi çizme olayı vardı ki benim hoşuma giden bir farklılık oldu.

Tüm bunların dışında Song Seung-Heon’u izlemek ayrı bir keyif anacım diyerek fangirl’üğe geçiş yapıyorum. Filmdeki kendi sesiymiş gibi geldi bana ama çok benzer bir seslendirme yapmış olabilirler. Eğer kendi sesiyle Japonca’sı iyiymiş. Gerçi My Princess dizisinde de Japonca konuştuğu sahneler olduğunu hatırlıyorum.

Uzun zamandır film postu yazmadığı fark ettim umarım becerebilmişimdir. Nostalji yapmak isterseniz güzel bir seçenek diyerek iyi seyirler diliyorum^^

Rinne no Ame / Rain of Reincarnation (2010)

“Hayatımızın kıymetini bilmeliyiz.”

“Kötü bir insan öldüğünde,daha iyi bir şekilde yeniden doğar.”

Otizimli bir çocuk.. Kendini ona adamış bir abi… Faili meçhul bir cinayet… İçi boşaltılmış bir kasa…

“Hayatımız kime ait?”

Ya da hayatımız birine ait olmalı?

“Hiçbir şey bilmiyorum.”

Peki bunu neden şimdiki zamanda söyledi?

21. Fuji TV Genç Senaryo Ödülü Kazananı: Rinne No Ame  Yazan: Kuwamura Sayaka 

Crush and Blush (Misseu Hongdangmu)

Ne diyeceğimi bilemediğim filmlerden biriydi. Aslında beğenip beğenmediğimi bilmiyorum. Sanki çok şey yapılmaya çalışılmış ama hepsi yapılamamış gibiydi. Doğrusunu söylemek gerekirse yapımcılığı Park Chan Wook üstlenince bir de türü komedi-dram olunca  bir I’m a Cyborg, But That’s OK bekledim. Nereden bu kanıya vardın diye sorarsanız, tüme varım yaptım ya da tümden gelim de yapmış olabilirim:P Ne yaptıysam onun yanlış olduğu kesin.

-Merhaba lafı uzatma huyum. Ha bir de hoşçakal-

Filmimiz klasik bir kaybedenlerin hikayesi olarak başlıyor. Bayan Me Sook lisede Rusça öğretmenidir. Bu lise onun için özeldir çünkü öğrenciyken aşık olduğu öğretmeniyle aynı okulda çalışmaktadır. Sorun şu ki; aşık olduğu öğretmen çoktan evlenip çoluk çocuğa karışmıştır ama Me Sook hislerinin karşılıklı olduğunu düşünmektedir. Hatta Bay Seo’nun ona içinde şifreler olan mesajlar gönderdiğini idda etmektedir. (Şizofren değil gençler rahat olun, bu mesajların sırrı sonradan açığa çıkıyor. ) Me Sook kızdığında, sevindiğinde yani her türlü duygu belirtisi gösterdiğinde yüzü kızardığı için öğrenciler ona kırmızı surat diye bir lakap takmıştır ve pek sevilen bir öğretmen olduğu söylenemez. Me Sook bir gün diğer Rusça öğretmenin Bay Seo ile bir ilişkisi olduğu öğrenir. Üstelik bu öğretmen onun yerini almış ve o da ortaokula kendinin bile bilmediği İngilizceyi öğretmek üzere gönderilmiştir. Burada Seo’nun kızı ile tanışır ve birlikte Bay Seo ile Rusça öğretmenini ayırmak için planlar yaparlar ama planları ters tepince işler karışır.

Film başlarda gayet iyi gidiyordu. Me Sook’un cildiyeciye psikolog muamelesi yapıp tüm hayatını anlatması komikti. Adamın onun yüzünden muanehanesini taşıması da ayrı bir komikti. Me Sook ve Seo’nun kızı Jong Hee’nin gece toplanıp bilgisayar başında numaralar çevirmeside filmin güzel yerlerindendi.  Sonradan olaylar bir karıştı ki işin içinden çıkabilene aşk olsun. Gong Hyo Jin’in bu filmle 2008 Uluslararası Busan Film Festivalinde  en iyi kadın oyuncu ödülünü aldığını da not düşeyim.

Aslında bu postu yazmamın nedeni  izleyenlerin fikrini almak. Ben ortada kaldım. O yüzden mutlaka izleyin diye tavsiye etmeyeceğim ama izlediyseniz fikrinizi soracağım^^