~M~ (2007) “Hikayemi birine anlatmıştım,o kimdi?”

“Hayat yolunda birçok şeyi kaybediyoruz. Aşık olduğumuz ve en çok dikkat etmemiz gereken şeyleri… Sonra onları unutmanın üzüntüsünü derinlere gömüp, onları tekrar kaybediyoruz. İşte hayat bu.”

Anlatması zor olan filmlerden biri, belki kimine göre izlenmesi de zor filmlerden. Ama benim gibi durağan ama  aynı zamanda ilginç ve sürükleyici filmleri seviyorsanız, bu filmi sevebilirsiniz. Aynı zamanda hem sürükleyici hem de durağan nasıl olabiliyor diye düşünüyorsunuz değil mi? Bende bu filmi izlemeden olmaz öyle şey derdim, ama bir konu var ki insanı merak ettirip sonuna kadar izlettiriyor. Bir konu var mı dedim? Tamam tamam aslında bir konu yok, yani başlarda yok sizde konuyu anlamak için sonuna kadar izliyosunuz. Sanırım sürükleyiciliği buradan kaynaklanmakta. Tabiki bu sonuna kadar izleme konusunda filmden sıkılmıyorsunuz çünkü görsellik ve işitsellik bir harika. Hele müziklerine bayıldım, tabi bir çok parça sevdiğim  klasik müziklerden olduğu için olabilir ama filme özel parçalarda vardı. Aslında müziklerini çok beğenmemin nedeni kulaklıkla izlemiş olmam ve müziği aniden yüksek sesle verilip aniden kesilmesi ve o ani parça değişimleri…

Bu kadar laf ettim hala filmin konusundan bahsetmedim değil mi? Bahsetmek istemiyorum desem yalan olmaz. Sanki hiç bilinmeden izlense daha çok zevk verir gibi hissediyorum. Ama birazcık bahsedeyim: Min-Woo (Kang Dong Won) kısa sürede üne kavuşmuş bir yazardır. Son kitabı için parayı çoktan almasına karşın hala tek kelime yazamıyordur. Bunda gördüğü kabusların ve sürekli artan takip edilme hissinin etkisi büyüktür. Bu durum sadece işini değil evliliğini de etkilemekte, karısı (Gong Hyo jin) ondaki değişimi farketmesine rağmen elinden gelen bir şey gelmemektedir.  Bir süre sonra öyle bir duruma gelir ki artık rüya ile gerçeği birbirinden ayıramaz ve sağolsun izlerken bizim de ayıramamamızı sağlar. Bir süre sonra hangi sahnenin gerçek, hangisinin rüya olduğu karıştıracaksınız. Mimi (Lee Yeon Hee) ise M harfiyle başlayan bütün şeyleri seven lise öğrencisi genç bir kızdır.  Peki ikisinin yollarını kesiştiren ne? Mimi’nin peşindeki şemsiyeli adam kim? Bunlar da izleyerek öğreneceğimiz şeyler;)

Dediğim gibi durağan film sevmeyenlerin uzak durması gereken filmlerden, yine de izlemek için bir şans verirseniz, roman okur gibi değil de şiir okur gibi izleyin derim. Yani belli bir öykü, olay sırası beklemeden sadece izleme eyleminin kendisinden zevk almak için…Müziklerden, hayal mi gerçek mi diye düşündüğünüz sahnelerden,  ışık oyunlarından ve sürekli etkisini gösteren o gerilim hissiden…

Postman To Heaven ~Cennetin Postacısı~

Uçsuz bucaksız gibi görülen yemyeşil bir çayırın ortasında kırmızı bir posta kutusu, 

Ölen yakınlarına pişmanlıklarını ve özlemlerini yazarak dile getiren insanlar,           

Her gün saat beşte bu mektupları almaya gelen bir postacı,                                              

Sevdiği adamın bir yalanla bu dünyadan ayrılmasına dayanamayan bir kız,            

Ve onları bir araya getiren o masum oyunları…

Ya aşık olduğunuz insan bir hayalse… 

Peki ya hayal sandığınız olaylar gerçekse…

Eğer tanımadığınız biri bir gün gelip “Daha önce tanıştık mı?” diye sorarsa ya da “Sen benim bitmeyen düşlerimin baş kahramanısın.” derse; bu sadece basit bir oyun olmayabilir. O adam sizin kaderiniz olabilir.

Buradan Açıklıyorum İdolüm Bugs Bunny (Mim)

Günlerden sonra yeni post yazma mutluluğu yaşarken bir de mim konusu: “Hangi çizgi film kahramanı olmak isterdiniz?”  olunca değmeğin keyfime.

Küçükken izlediğim çizgi filmleri düşününce bir çoğunun anime olduğunu farkkettim. (Tee o zamanlardan belliymiş demek ki) Hatta ben öyle sevimli şirin çizgi filmleri hiç sevmezdim, bildiğin savaşlı, dövüşlü rekabetli şeyleri severdim. (Yazar burada çocukluğuna inerek az sonra kişilik analizi yapacak:P ) Böyle pokemon, digimon, beyblade izlerdim. Birde tabiki vazgeçilmezim Ay Savaşcısıydı ama onu da diğerlerinin arasına alabiliriz. Bunların hepsi anime olduğu için direk eledim. (Mim konusuna çok sadığımdır:P) çizgi film olarak düşününce aklıma direk bizim çatlaklar Looney Tunes geldi. Bir itiraf daha şimdi nadirende olsa gördüğümde  küçükken olduğu gibi bayıla bayıla izliyorum. (Bu işte bir tuhaflık var:P )

Hangi karakteri sayacağımı şaşırdım ama ben hepsini toptan seviyorum sanırım. Birini tercih et derseniz psikopat tavşan Bugs Bunny derdim. Onun o şeytani zekasına hayranım. Şimdi düşününce zavallı Elmar’a ne işkeceler etmişti ama boşuna değildi bunlar. Kimleri neden seviyorum:

*Bugs Bunny’nin karşı konulmaz numaralarını, “Naber Canım?” ve “Arkideş” demesini,

*Duff Duck ‘ın o kara bahtı kör talihini, ne kadar kötü olan varsa onun başına gelmesini, tuzak kursa bile kendisi düşmesini, Bugs Bunny’ye karşı hiçbir zaman kazanamamasını,

*Tazmanya Canavarının herşeyi yiyip yıkan hortum gibi ilerlemesini ama içinin oldukça duygusal olmasını,

*Tweety’nin “Bir kedi gördüm sanki.” demesini,

*Sylvester’ın her zaman Tweety yediğini sanıp bomba, dinamit gibi  bilimum bütün patlayıcıları yutmasını,

*Çakal Coyote’nin binbir türlü numara ile Road Runner’a (benim değişimle MikMik) tuzak kurmasını ve her seferinde o tuzağa  düşmesini, binbir icat firması Acme’nin her türlü aletini kullanıp reklam parası almamasını,

*Hızlı Gonzelez’in hep yakalandığını zanettirip bir şekilde (ışık hızıyla) kediden kurtulmasını,

*Kokarca Pepe’nin o pis kokusuna aldırman kendine duyduğu müthiş özgüveni ve sürekli aşık adam olarak ortalarda gezinmesini,

*Garip kız Elmira’nın etraftaki her türlü yumuşak canlıyı alıp bağrına basmasını ve boğarcasına sevmesini, Tazmanya Canavarını bile sıkıştırıp mıncıklayacak kadar gözü pek olmasını,

*Karavana Sam’in en hızlı silah çeken olduğunu idia edip her seferinde Bugs Bunny’ye yenilmesini,

*Horoz Leghorn’un civcilere sürekli öğretmenlik taslamasını ama civcivin her olayda ondan daha zeki çıkmasını, bağlı bir köpeğe sataşmasını, köpek bağlı olsada bir şekilde sataşmalarından sonra başına bir şey gelmesini (genelde tüyleri dökülüyor)

*Minik uzaylı Marvin’in sürekli dünyayı yok etme planları yapmasını ve kahramanlarımızla tanışınca dünyaya lanet yağdırıp gezegenine dönmesini,

Kısaca her şeyini  seviyorum.

Onun dışında Tom ve Jerry hiç kaçırmazdım. Sevimli katagorisinde izlediklerim ise Winnie the Pooh ve Şirinleri sayabiliriz. Windy Poo’da da Tavşan’ı ve İyor’u severdim., şirinlerde Şakacı şirini severdim ve her seferinde nasıl milleti kandırıp  bombalı paketi kakaladığını hayretle izlerdim:)

Ve hala ve hala nickoledion’da izlediğim Sünger Bob benim canımdır. O nasıl saf, şirin, sarı, pofuduk, boncuk gözlü, kare suratlı, beyaz donlu, hayal yüklü, masum bir şeydir. Bir süngerden bu kadar güzel malzeme çıkaran ekibe saygılarımı sunuyorum ve git gide destansı boyutlara ulaşan yazıma burada son veriyorum;)